Sağlıklı Yaşam İçin İlk Adım

SAĞLIKLI YAŞAMIN TEMELLERİ ÇOCUKLUK ÇAĞINDA MI ATILIR?

Çocukluk çağında başlayan sağlıksız beslenme rejimi ve hareketsizlik, erişkin ve yaşlı dönemindeki hastalıkların kaynağıdır. Sağlıklı ve uzun bir yaşamın temelleri, çocukluk çağında atılır. Erişkin yaşlarda sık karşılaşılan hormon bağımlı olarak sınıflandırılan göğüs kanseri, prostat kanseri ve jinekolojik kanserlerin çocukluk çağındaki yanlış beslenme ve obezite ile ilişkili olduğu, değişik epidemiyolojik çalışmalarla ortaya konmuştur. Çocukluk çağında yanlış beslenme ve hareketsizlik sonucu ortaya çıkan çocukluk çağı şişmanlığı, uzun dönemdeki etkileri ile çok önemli bir toplum sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Genel olarak değerlendirildiğinde obezite, tüm Batı toplumlarında ve gelişmekte olan Türkiye gibi ülkelerde ölüm nedenleri arasında sigaradan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Ölüm istatistiklerinin doğru olarak kaydedildiği ABD’de obezite, her yıl 400-500 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Erken yaşta kalp krizi ve ani ölüm nedenin en büyük sorumlusunun çocukluk yaş grubunda çok fazla miktarda trans yağ ve doymuş yağ rafine karbonhidrat içeren fastfood yeme alışkanlığı olduğu bilinmektedir.

Obezite çocukluk çağında çok önemli bir sağlık sorunudur ve erişkin yaştaki obeziteyle ilişkilidir. Obezite çocukta birçok organik sağlık sorununa yol açtığı gibi, ergenlik çağında çocuğun ruhsal durumunu da olumsuz etkiler. Çocukluk çağında anne ve babalar çocuklarının hızlı bir şekilde büyümelerini teşvik etmek için özellikle hayvansal proteinlerden, rafine karbonhidratlardan, doymuş ve trans yağlardan oluşan bir beslenme rejimi uygulamanın uygun olacağını düşünmektedir. Hızlı büyüme sağlıklı bir büyüme anlamına gelmez. Hayvansal yiyecekler çocuklarda büyüme ve üreme hormonlarının fazla salgılanmasına neden olarak erken ergenliğe ve obeziteye neden olmaktadır. Bir çocuk ne kadar dengeli gelişirse o kadar yavaş yaşlanacaktır. Erken regl, obezite, fazla et ve süt tüketiminin erişkin yaştaki meme kanserinin en önemli belirleyicileri olduğu bilinmektedir. Prostat ve meme kanserinin çocukluk ve gençlik dönemindeki yanlış beslenme alışkanlıklarıyla ilintili olduğu pek çok yayında istatistiksel olarak ortaya konmuştur. Toplam günlük kalorinin %30-40’ını doymuş ve işlenmiş trans yağlardan alanlarda erişkin yaşta hem kanser riski artmıştır, hem de kalp krizi sık olarak gözlenmektedir.

Çocukluk çağında sebze ve meyve ağırlıklı beslenenlerde, günlük kalori miktarının en fazla %30 kadarını sağlıklı yağlardan elde edenlerde obezite, kalp hastalığı ve kanser gibi kronik metabolik hastalıklar gözlenmemektedir. Okullarda kantin ve benzeri yerlerde çocuklara sunulan sağlıksız gıdalar (kurabiye, çörek, şekerleme, hamburger), fastfood beslenme tarzı, şekerli ve gazlı içecekler (kola) ve dört sağlıksız beyaz renkli besini (şeker, un, tuz, peynir) fazla yeme alışkanlığı yanı sıra hareketsizlik ve stres, çocuk ve genç erişkin sağlığını olumsuz etkileyen diğer önemli etkenlerdir. Çocukların uzun süre televizyon seyretmeleri, internet kullanmaları, okullarda beden eğitimi derslerine ağırlık verilmemesi ve sınav stresleri de çocuk sağlığını olumsuz etkileyen diğer önemli nedenlerdir.

Fiziksel aktivite ve egzersiz, metabolik sendromu, kalp damar hastalığı ve kanser riskini azaltmaktadır. Şişmanlık ve damar sertliği belirtileri çocuklukta başlar ve yetişkinlikte devam eder. Çocukluk çağında trafik kazası ve başka nedenlerle ölen çocukların yapılan otopsilerinde erken yaşlarda damar sisteminde ateroskleroza bağlı değişikliklerin ortaya çıktığı saptanmıştır. Çocuklara içki ve sigara yasaklanmasına rağmen, kolalı içecekler, kızartmalar, kek ve pastalar, trans yağ dolu hamburgerler yasaklanmamaktadır.

SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN İLK ADIM NE OLMALIDIR?

Meyve, sebze, tam tahıl ve baklagillerde doğal olarak bulunan şeker bileşiklerinin yerini günümüzde rafine beyaz şeker almıştır. İnsanlık tarihi göz önüne alındığında şeker aslında yeni bir besindir. Bir besin maddesinin sağlığa yararlı olabilmesi için karbonhidrat, protein ve yağ denilen makro besinlerle birlikte, lif, vitamin, mineral, fitobesin ve antioksidan adı verilen mikro besinleri içermelidir.

Makro besinler ve mikro besinlerle birlikte besin maddesinde esansiyel aminoasitlerin, esansiyel yağ asitlerinin ve probiyotiklerin bulunması o besinin değerini daha da arttırmaktadır. Şeker denildiğinde akla ilk gelen glikoz ve fruktoz olmaktadır. Aslında insan vücudu, protein ve yağlardan glikoz ve fruktozu üretebilmektedir. Bu nedenle doğal besinler dışında şekerin dışarıdan alınmasına gereksinim yoktur. Rafine şekerlerin, damak tadı vermekten başka olumlu bir özellikleri yoktur. Üç beyaz olarak adlandırılan şeker, tuz ve un içinde en zararlı olan şekerdir, damar sertliğine yol açarak tüm organların bozulmasına yol açar.

Avcı balıkçı toplayıcı insanoğulları toplulukları 10 binlerce yıl hiç rafine şeker tüketmemişlerdir. 1700 yıllarının sonuna kadar neredeyse sıfır olan şeker tüketimi her geçen yıl sürekli olarak artarak, günümüzde rekor seviyelere ulaşmıştır. Yaşadığımız yıllarda ortalama bir insanın yıllık şeker tüketimi kilosunu aşmaktadır. Şeker boş kaloridir, besin özelliği yoktur, antibesin özelliği ile vücudun vitamin ve mineral kaynaklarını azaltır.

Sebzeler ve Meyveler Sağlığa Yararlı mı?

Bitkilerden (sebze, meyve, kuruyemiş, baklagiller, tam tahıl) elde edilen, fitokimyasal olarak adlandırılan bileşikler, bitkilere sadece renk vermez. Aynı zamanda pek çok kronik hastalığı önleyen antioksidan, antiinflamatuar, antikanserojen ve antiaging etkiye sahiptir. Günümüze kadar on binden fazla fitokimyasal bileşik keşfedilmiştir ve her geçen gün bu sayıya yenileri eklenmektedir.

Gökkuşağını oluşturan çeşitli renkler ve tonlar gibi farklı renkten sebze ve meyveler tüketilmesiyle, kalp damar hastalıklarına, kalp krizine ve kansere karşı korunma sağlanmaktadır. Rengârenk sebze ve meyvelerin, kuruyemişlerin, baklagillerin tüketilmesi ile kalp hastalıkları, osteoporoz, erken yaşlanma, eklem harabiyeti, şeker hastalığı, şişmanlık ve kanser gibi hastalıkların ortaya çıkma olasılığı azalmaktadır.

Hayvansal ürünler bol miktarda inflamatuar etkiye sahip araşidonik asit, yüksek oranda doymuş yağ ve kolesterol içerirler. Hayvansal ürünlerin kalorisi fazla, besin değeri düşük, antioksidan kapasitesi sınırlıdır. Hayvansal ürünlerle birlikte, basit şeker içeren fabrikasyon ürünü ambalajlı yiyeceklerin tüketilmesinin başta kanser, diyabet ve kalp damar hastalıkları olmak üzere birçok kronik hastalığa neden olduğu pek çok çalışmayla gösterilmiştir.

Sebze ve meyve ağırlıklı bitkisel bir beslenme biçiminin ise herhangi bir kronik hastalığa yol açtığına dair bir tek çalışma bile bulunmamaktadır. Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidan kapasite ORAC (oksijen radikal absorbe etme kapasitesi) olarak listelenmektedir. Günde en az 5000 ünite ORAC kapasitesi alınacak kadar sebze ve meyve tüketilmelidir. Sebze, meyve, tam tahıllar, baklagillerde farklı farklı birçok lif bulunmaktadır. Bu bitkisel ürünler kompleks karbonhidratlardan, çözünür ve çözünmez liflerden zengindir; aynı zamanda bol miktarda vitamin, mineral, antioksidan madde içerirler. Yapılan çalışmalar 10 bin yıl kadar önce yaşamış insanların günde en az 100 gram kadar lif aldıklarını ortaya koymuştur.

Günümüzdeki modern sayılan diyette ise sebze, meyve, baklagiller gibi bitkisel besinler yerine işlenmiş gıdalar ön plandadır. İşlenmiş gıdalar ise lif içermezler. Lif özelliği olan bileşikler tatsız oldukları ve kolay bozulabildikleri için gıda endüstrisi tarafından besinlerden çıkarırlar. Lif yerine tat veren, gıdaların bozulmasını önleyen fruktoz, şeker, yağ, glüten, yumurta proteini gibi katkı maddeleri ilave edilir. Hayvansal ürünlerin yanı sıra şekerli yiyecek ve içecekler, kurabiye, pasta ve benzeri gıdalar, pizza, cips, hamburger, patates kızartması, dondurulmuş ve işlenmiş yiyecekler, dondurma, çikolatalar lif içermez.

Şeker, yağ, protein, hayvansal ürünler, alkollü ve alkolsüz içeceklerden oluşan modem beslenme tarzı barsak sağlığına zarar verir. Bağırsaklardaki yararlı bakteriler azalır, sindirim sistemi yüzeyi zarar görür ve iltihaplanabilir. Rafine karbonhidratlar (beyaz ekmek, beyaz pirinç, makarna) da lif bakımından fakirdir ve hastalık riskini artırır.

HAYVANSAL GIDALAR KALP DAMAR HASTALIKLARINA YOL AÇAR MI?

Bol miktarda protein almanın sağlık, dinçlik sağladığı düşüncesi bu yüzyılın başında Çin’de yapılan ve bütün epidemiyolojik araştırmaların en büyüğü olarak bilinen “Çin Projesi” araştırmasının sonuçları ile tamamen ortadan kalkmıştır.

kelebek2Protein ve aynı zamanda yağdan zengin olan hayvansal yiyeceklerin fazla tüketilmesinin, kanser ve koroner kalp hastalıkları ile doğrudan ilişkili olduğu gösterilmiştir. Tüketilen hayvansal ürün miktarı ile kanser ve kalp damar hastalıktan gelişme riskleri doğru orantılı olarak bulunmuş, hayvansal yiyeceklerin tüketilmediği topluluklarda ise kanser ve kalp damar hastalıklarının son derece nadir olduğu tespit edilmiştir. Hayvansal gıdaların tersine olarak, yeşil sebzeler başta olmak üzere bitkisel gıdalarla beslenmesinin bu hastalıklara karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Bu sonuç şaşırtıcı değildir. Çünkü bitkisel gıdalar lif, antioksidan, fitobesin, folat, E vitamini açısından zengin, doymuş yağ, kolesterol ve araşidonik asit, IGF-1 gibi hastalık yaptığı bilinen bileşiklerden fakirdir. Hayvansal gıdalar ise başta hayvansal yağ hayvansal protein, kolesterol, araşidonik asit ve IGF-1 olmak üzere hastalıklar açısından riskli bileşikler içermektedir.

Kolesterol açısından kırmızı et ile beyaz et arasında belirgin bir fark yoktur. Sadece kırmızı et değil, beyaz et (tavuk-hindi) de aynı şekilde kolesterol arttırıcı etkiye sahiptir. Tavuk etinde bile bol miktarda kolesterol vardır. Kolesterolü düşürmek için mutlaka hayvansal proteinlerden uzak durulmalıdır. Bitkisel proteinler ise kolesterol düşürücü etkiye sahiptir. Koroner kalp hastalığı aslında önlenebilmesi mümkün en sık ölüm nedenidir. Sigara, hareketsiz yaşam, fazla hayvansal gıda tüketmek kalp damar hastalıklarına yol açar. Doğal bitkisel besinlerden zengin, hayvansal gıdalardan fakir bir diyet uygulayanlarda koroner kalp damar hastalıkları son derece nadirdir.

Etin Nasıl Pişirildiği Sağlık Açısından Önemli midir?

Kırmızı ve beyaz etlerin (et, balık, tavuk) kızartma yapılması, ızgara veya barbeküde yüksek ısıda pişirilmesi, trans yağlara ve kansere neden olabilen heterosiklik aminlerin (HCA) ve polisiklik aromatik hidrokarbon (PAH) bileşiklerin ortaya çıkmasına neden olur. Izgara yapılan sebze ve meyvelerde bu tür toksik ürünler ortaya çıkmaz. Isının yüksekliği ve pişirme süresinin uzunluğu daha çok HCA oluşumuna neden olur. Bu bileşikler kolon kanserine yol açmaktadır.

Araştırmalar düzenli olarak çok pişmiş et yiyen kadınların, yemeyenlere göre 5 kat daha fazla meme kanserine yakalandığını göstermektedir. Etlerin yağda kızartılmasının kanserojen bileşikler yanı sıra, kalp ve damar sorunlarına yol açtığı bilinmektedir. Izgarada veya fırında pişmiş balık sağlıklı iken, kızartma yağları ile pişirilmiş balık sağlığa zararlıdır. Burada suçlu kızartma yağlarıdır. Etin nasıl pişirildiği, en az miktarı kadar önemlidir. Aşırı pişirilerek kızartılan ve kömürleşmiş hale gelen etin kanserojen olduğu, özellikle kolon kanseri riskini arttırdığı bilinmektedir. Mangal kaçınılması gereken bir pişirme yöntemidir. Pişirilen etlerdeki yağların mangal kömürüne damlaması sonucu ortaya çıkan uçucu karakterdeki kanserojen maddeler ete yapışır ve zararlı etkiye yol açar. Bu kanserojen uçucu maddelerin solunması bile akciğer kanseri riskini artırır.

 Etlerin kızartılması, kızartma yağlarının tekrar tekrar kullanılması zararlı kanserojen bileşiklerin ortaya çıkma olasılığını artırmaktadır. Uzun süre kısık ısıda haşlanarak pişirilen et yemekleri, buharda pişmiş et yemekleri sağlıklıdır. Et yemeklerinin salata ve sebzelerle birlikte tüketilmesi ortaya çıkabilecek kanserojen maddelere karşı koruma sağlayan antioksidan maddelerin bol miktarda alınması anlamına gelir ve koruyucudur.

BİTKİSEL AĞIRLIKLI BİR DİYET SAĞLIKLI MIDIR?

Hayvansal gıdaların fazla tüketildiği bir diyet programının kişinin sağlığına her hangi bir faydasının olmadığı, hayvansal ağırlıklı bir beslenmenin başta kalp damar hastalıkları ve kanser olmak üzere birçok hastalığa neden olduğu yüzlerce çalışma ile teyit edilmiştir. Çin projesi olarak adlandırılan ve beslenme ile hastalıklar arasında ilişkiyi araştıran en kapsamlı çalışma ile bu gerçeklik bir kez daha teyit edilmiştir. Çin’de genel olarak insanlar doğdukları şehirlerde yaşarlar, beslenme alışkanlıktan değişmez.

Bu araştırmada bölgesel olarak yenilen hayvansal ürünlerin miktarı arttıkça, kalp damar hastalıkları ve kanser riskinin çok arttığı, başta yeşil yapraklı sebzeler olmak üzere sebze tüketiminin ise koruyucu olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada sadece hayvansal yağ değil hayvansal protein tüketimindeki artışın da hastalıklarla ilişkisi kanıtlanmıştır. Hayvansal ürünler bilindiği gibi yeterli antioksidan, lif, fitokimyasallar, vitamin ve mineral içermemekte, bol miktarda kalori, doymuş yağ, kolesterol ve araşidonik asit barındırmaktadır. Çin projesi, sebze, meyve, kuru baklagiller ve tahıllardan zengin bitkisel diyet tüketip, toplam günlük kalorilerinin %10’undan azını hayvansal besinlerden alan topluluklarda, kalp damar hastalıklarının son derece nadir görüldüğünü kanıtlamıştır.

Kalp damar hastalıkları, kanser dışında bitkisel ağırlıklı beslenmenin başka birçok daha olumlu etkileri söz konusudur. Bitkisel besinler bazik, hayvansal besinler asidik karakterdedir. Asidik karakterli hayvansal besinlerden zengin bir diyet böbrek ve karaciğer gibi organları yorduğu ve bozduğu gibi, kemiklerden bol miktarda kalsiyum ve fosfor çekerek ve idrarla bu minerallerin atımını arttırarak osteoporoza zemin hazırlar. Osteoporoz ve osteoporoza bağlı kemik kırıkları özellikle yaşlı popülasyonda kalıcı sakatlıkların ve ölümlerin önde gelen sebeplerinden biridir.

Bitkisel besinler, vücut kemik sağlığını uyaran minerallerin bol miktarda alımına neden olarak ve bazik etki ile idrarla bu minerallerin atılımına engel olarak osteoporoz riskini azaltır. Bitkisel ürünlerden zengin bir beslenmenin bağırsaklarda bulunan mikrobik florayı etkileyerek dost bakterilerin sayısının arttığı, probiyotik ve prebiyotik etki yaptığı ortaya konmuştur. Probiyotik etki ile bağırsaklardaki mikrobik flora değişir, sağlığa yararlı bakteriler hakim duruma geçer. Prebiyotikler ise mide ve ince bağırsaklarda hiçbir değişime uğramadan kalın bağırsağa geçip yararlı bakteriler için besin teşkil eden kompleks karbonhidratlardır. Yararlı bakteriler prebiyotiklerle beslenerek çoğalır ve zararlı bakterilerin bağırsak duvarına yapışmasını önlerler.

Bağırsaktaki bakteriler ayrıca birçok vitamin, enzim, antioksidan, antikanser özelliğe sahip bileşikleri sentezleyebilmektedir. Bu bakterilerin bağırsak sağlığı, bağırsak hastalıkları, bağırsak kanseri, kalp hastalıkları, obezite gibi birçok hastalığa karşı koruyucu olabildikleri bilinmektedir. Özellikle et ağırlıklı bir beslenme türü ise bağırsak florasını olumsuz etkiler, sağlıksız bakterilerin hakim duruma geçmesine neden olur ve bağırsak kanseri riskini artırabilir.

Kalp Damar Hastalıkları Risk Faktörleri Nelerdir?

Kalp damar hastalıkları tüm dünya ölçeğinde en sık ölüm nedenidir ve bütün ölümlerin 1/3’ünü oluşturur. Hastalığın risk faktörleri değiştirilemez ve değiştirilebilir risk faktörleri olarak iki grupta ele alınır. Yaş, erkek cinsiyet ve ailede erken yaşlarda kalp ve damar hastalığının olması değiştirilemez risk faktörleridir. Sigara, hipertansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, alkol, obezite, stres, fiziksel egzersiz azlığı, aşırı hayvansal protein ve yağ tüketimi ise değiştirilebilir (önlenebilir) risk faktörleridir. Günümüzde kalp hastalıklarından, diyabet ve kanserden ölmek çağımızın en büyük trajedisidir. Çünkü bu hastalıklar önlenebilen hastalıklardır.

TÜRKİYE’DE GÜNLÜK TAHIL TÜKETİMİ ÇOK FAZLA MIDIR?

Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre insanlar günlük kalori gereksinimlerinin en az %50-60’ını ekmek ve diğer tahıl ürünlerinden sağlamaktadır. Kişi başı ekmek tüketimi günlük 300-400 gram olarak tespit edilmiştir ve yoksul halk kesimlerinde bu miktar 800 grama kadar yükselmektedir. Ekmekle birlikte, sık olarak tüketilen pirinç ve mısır ürünleri de hesaba katıldığında tahıllardan elde edilen kalori miktarı dehşet rakamlara ulaşmaktadır. Tahıllardan elde edilen kalori çok yüksek ve gereksizdir. Sadece beyaz ekmek tüketerek sağlıklı bir toplum oluşturmak mümkün değildir.

Ne Kadar Tam Tahıl Sağlığa Yararlıdır?

Tam tahıllar, ancak ölçülü miktarlarda tüketildiklerinde sağlık açısından yararlıdır. Tam tahılların yapıları farklıdır ve vücut üzerindeki etkileri de farklılık gösterir. Kepek (kabuk) kısmı çözünür ve çözünmez lif bakımından zengindir, ancak tüm kepekler aynı değildir. Özellikle buğday ve yulaf kepekleri farklı olumlu etkilere sahiptir. Yulaf kepeğinde ve arpada bulunan beta glukan isimli çözünür lifin kan kolesterolünü azalttığı, insülin direncini azaltarak kan şekerini stabilize ettiği hatta tansiyonun düşmesine yardımcı olabildiği bilinmektedir.

Buğday kepeğinin ise yulaf kepeğinden farklı olarak kadınlarda östrojen seviyesini azaltarak meme kanseri riskini ve kalın bağırsaklarda polip gelişimini engelleyerek bağırsak kanseri riskini azaltabildiği gösterilmiştir. Yine arpa ve karabuğdayda bol miktarlarda bulunan çözünür lifler benzer yararlı etkilere sahiptir. Tam tahılların ölçülü miktarlarda tüketilmesi gereğinin nedeni sorunlu olan endosperm tabakasıdır. Bu tabaka bilindiği gibi tam tahıl tabakalarını %80 kadarını kapsar, dirençli nişasta ve protein bileşiklerinden oluşur. Endosperm bölgesi vitamin, mineral ve antioksidan bakımından oldukça fakir bir tabakadır.

Rafine Şeker Gerçek Bir Besin midir?

Toz şeker, marketlerde birçok ambalajlı işlenmiş gıdada değişik isimlerle bulunan, para vererek satın aldığımız en yararsız besinlerin başında yer almaktadır. Aşırı tüketilmediği takdirde meyvelerdeki şeker zararsız olmasına rağmen, fabrikasyon üretimle elde edilen rafine şeker sahte ve ölü bir besindir. Aslında besin bile denilemez, bir antibesindir. Hiçbir besin değeri olmayan; lif, vitamin ve mineral içermeyen rafine şeker vücutta kaotik bir tablo yaratarak insülin direncine ve kronik hastalıklara yol açar. Rafine şekerin vücutta metabolize edilmesi son derece sıkıntılı bir süreçtir. Karaciğer ve kaslarda glikojen depoları sınırlı olduğu için fazla şeker, hücrede yağ haline dönüşür ve belli bölgelere birikir. Özellikle bel, kalça, göğüs ve basenler bu bölgelerin belli başlılarıdır.

Şeker asidik bir yiyecektir ve metabolize edilebilmesi için birçok enzim, vitamin ve minerallere ihtiyaç vardır. Hızla vücuda yayılan fazla miktarda şekerin hücrede metabolize edebilmesi için ortamda yeterli oksijen bulunmadığı için hücrede piruvik asit, laktik asit ve serbest oksijen radikalleri birikmeye başlar. Ortaya çıkan asidik durumu düzeltmek için vücudun tampon sistemleri harekete geçer. Bu tampon sistemlerinin en önemlileri kalsiyum ve fosfordur. Kalsiyum ve fosforun kemik ve dişlerden açığa çıkması, şekerin idrarla kalsiyum, fosfor ve magnezyum kaybını arttırması, vücutta osteoporoza neden olmaktadır. Şekerin metabolizması sırasında ayrıca kalsiyum, magnezyum, çinko, krom, B vitaminleri de kullanılmak durumundadır. Şeker metabolizması sonucu bu vitamin ve minerallerde eksiklikler ortaya çıkmakta, ortamda var olan serbest radikaller nötralize edilemediği için antioksidan kapasite azalmakta ve hücre dejenerasyonu, kanserleşmeye eğilim artmaktadır.

İNSÜLİN DİRENCİ KRONİK HASTALIKLARIN GÖSTERGESİ MİDİR?

Yüksek insülin değerleri gelecekteki kalp damar hastalıklarının göstergesidir. İnsülin direnci ile karın bölgesindeki aşırı yağlanma paraleldir. Bel ve boyun ne kadar kalın ise pankreas o kadar fazla İnsülin salgılıyor demektir. Bel ve karında biriken yağlar, kalça ve basenlerde biriken yağlardan daha tehlikelidir. Bel ne kadar kalın ise ömür o kadar kısalır, insülin yüksekliği kronik hastalıkların en sık nedenidir.

En Sağlıklı İnsanlar Nerede Yaşıyor?

İnsülin aynı zamanda böbreklerden sodyum emilimine neden olur. Sıvı ve kilo artışı, hipertansiyon ve kalp yetersizliği gelişebilir. En uzun yaşayan insanlar en az şeker tüketen ve insülin seviyeleri en düşük olan insanlardır. İnsülin salgılanması için magnezyuma ihtiyaç vardır. Fazla insülin salgılanması sonucu magnezyum tüketilir ve magnezyum azalır. Düşük magnezyum kan damarlarının kasılmasına ve tansiyonun yükselmesine neden olur. İnsülin; yağ depolayan, vücutta inflamasyon ve oksidatif strese yol açan bir hormondur. İnsülin direnci ile birlikte vücut kas kaybedip yağlanır. Karaciğer en fazla yağlanan organlardan biridir. İnsülin direnci hipoglisemi ataklarına yol açtığı için kişi sık sık ve fazla miktarda yeme ihtiyacı hisseder, obezite ve şeker hastalığı gelişme süreci tamamlanır. Daha sonraki aşamada ise kalp ve damar hastalıkları ve kanser gelişimi ortaya çıkabilecek istenmeyen durumlardır.

İnsülin seviyesi ne kadar yüksek ise insülin direnci o kadar fazladır. İnsülin direnci, vücudun tüm hormonal dengesini olumsuz etkilemektedir. Tiroid hormonları, kortizol ve stres hormonları en fazla etkilenen hormonlardır. Tiroid fonksiyonları bozulur, polikistik over hastalığı ve kısırlık gelişimi söz konusu olabilir. İnsülin direnci ve diyabeti önlemek için tiroid hormonları ve stres hormonları normal olmalıdır. Kronik stres, kan kortizol düzeyini arttırır. Kortizol belde yağlanmaya ve insülin direncine yol açar. Japonya’nın Okinawa adasında yaşayanların ortalama yaşam süresi 82 yıldır ve burası dünyada yaşam süresinin en uzun olduğu yerdir. Türkiye ise 72 yıllık ortalama yaşam süresi ile uzun yaşam klasmanında 98. sıradadır.

Okinawa adasında yaşayanların çok uzun ömürlü olmasının temel nedeni adada yaşayanların geleneksel yaşam biçimleri ve diyetleridir. Toplam kalorisi az, bitkisel kaynaklara dayalı, sessiz ve sakin, dingin, aktif bir yaşam tarzı bu geleneksel yaşam biçiminin temel unsurlarıdır. Okinawalılar az ve öz yerler ve genellikle sofradan yarı aç kalkarlar. Adada yoğun bir trafik akışı yoktur ve çevre kirliliğine yol açan sanayi tesisleri bulunmamaktadır. Amerika’ya göç eden Okinawalılarda yaşam süresi kısalırken, Okinawa’ya göç eden Çinlilerde ise ortalama yaşam süresi uzamaktadır. Bir ada ülkesi olmasına rağmen balık ve diğer deniz ürünleri diyette fazla yer almamaktadır. Yağsız et, süt ve süt ürünleri ile yumurtanın diyetteki yeri ise sınırlıdır. Balık dahil olmak üzere hayvansal ürünlerin diyetteki ağırlığı %10-15 oranındadır. Okinawa diyeti ağırlıklı olarak bitkiseldir ve sebze ağırlıklıdır. Sarı ve yeşil sebzeler, tatlı patates, soya ve soya ürünleri, diğer baklagiller bu sebze ağırlıklı diyetin temel unsurlarıdır.

Tam tahıllar ve meyveler bu bitkisel diyetin ikinci derecede önemli besinleridir. Pirinç, Okinawa diyetinde diğer Japon şehirlerine göre çok az yer bulabilmektedir. Okinawa diyetinde rafine şeker, işlenmiş gıdalar çok az yer almaktadır. Glisemik indeksi ve glisemik yükü oldukça düşük, antioksidan kapasitesi yüksek, doğal ve bitkisel bu beslenme tarzı nane, kekik, biberiye, zerdeçal gibi şifalı bitkiler ve baharatlarla desteklenmektedir. Çay, yasemin çayı ve alkollü içkiler Okinawa’da ılımlı derecede tüketilmektedir. Sebze, tatlı patates, soya ve baklagillerdeki rafine olmayan kompleks karbonhidratlar, yine bu besinlerdeki, balık ve yağsız etteki fazla miktarda olmayan proteinler birlikte diyetin en önemli unsurlarıdır.

Okinawa diyeti yağdan fakir olmasına rağmen sağlıklı yağ profili içeren bir diyettir. Bu diyette omega 3 yağ asitleri, tekli ve çoklu doymuş yağ asitleri yeterli miktarda bulunurken, doymuş ve trans yağlar minimal düzeydedir. Okinawa diyeti bol sebze, soya, tatlı patates içerirken, diğer Japon yerleşim bölgelerine göre daha az kalori, daha az pirinç, çok az doymuş yağ, çok az tahıl, çok az rafine şeker, az balık ve et, az meyve, çok az yumurta, çok az süt ürünleri, az turşu, az tuz içermektedir.