Kanser Çağımızın Trajedisi

Yedikleriniz, İçtikleriniz ve Çevreniz Kadar Sağlıklısınız

Bu ayki dosya haberimizi sağlık konusuna ayırdık. 2002 yılından beri İstanbul Tıp Fakültesinde İç Hastalıkları Profesörü olarak görevine devam eden Prof. Dr. Osman ERK ile Çapa’da acilde buluştuk. Sağlık, beslenme, yaşam tarzı ve kronik hastalıklar konusunda detaylı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Osman Hocam, öncelikle söyleşimize “Sağlığını Yeniden Keşfet” adlı kitabınızın hikayesiyle başlayalım mı?

Kitap ocak ayında çıktı şu anda da 6. baskısı yapıldı. Kitabımızda; yedikleriniz, içtikleriniz ve çevreniz kadar sağlıklısınız diyoruz. Bu bizim sloganımız. Bu da son derece gerçekçi bir slogan. Biz ne yersek O’yuz. Sağlığımızı etkileyen en önemli etkenlerin başında anneden babadan alınan genler, yaşam tarzı ve tabi başta sağlıklı beslenme gelir. Dengeli ve sağlıklı beslenmek, toksinlerden uzak durmak, bunun dışında hijyen şartları, sesiz sakin dingin stressiz bir hayat bütün bunlar sağlığı etkileyen faktörler arasında yer alıyor.

“RAFİNE ŞEKER KİLO ALMANIN, SAĞLIKSIZ OLMANIN EN ÖNEMLİ NEDENLERİNDEN BİRİSİ”

osmanerk-0Genetik yapımızı elimize verilen kartlar gibi düşünebiliriz. Bu kartlarla biz dilediğimiz gibi oynayarak yaşamı yönlendirebiliriz. O yüzden yedikleriniz, içtikleriniz son derece önemli bunlara dikkat ederek aslında sağlıklı yaşamın penceresini aralayabilirsiniz. Amerikalıların bir sloganı var: “iyi beslenen bir Amerikalı efsanedir”, Bu slogan maalesef Türkiye için de geçeli: “İyi beslenen bir Türk de efsane”dir. Eğitim düzeyimiz, maddi durumumuz ne olursa olsun yaptığımız tercihler sağlık açısından iyi tercihler olmuyor. Gündelik hayatın içerisinde, evde yemek yapma olayı giderek azalıyor, insanlar dışarıda ayaküstü atıştırıyorlar. Bunun da sağlığa son derece zararlı olduğu biliniyor. Bu gıdaların içinde bol miktarda tuz, katkı maddesi, renklendiriciler, lezzetlendiriciler, doymuş yağ, şeker ve un var. Fastfood dışında uzak durmamız gereken gıdaların başında rafine şeker geliyor. Rafine şeker kilo almanın, sağlıksız olmanın en önemli nedenlerinden birisi. Rafine gıdalarda uzak durmamız gerekiyor. Gündelik hayatta kullandığımız tuz da rafinedir. Yine marketlerde satılan işlenmiş yağlar da rafine yağlardır. Yani bizim tüm bu rafine gıdalardan uzak durmamız gerekiyor. Sütün pastörizasyonu dediğimiz bir hadise var. O da aslında rafine gıda yaratmak için uygulanan bir işlemdir. Bu tür ürünlerden de olabildiğince uzak durup, gündelik beslenmemizi taze, temiz, işlenmemiş, mevsiminde, lokal, organik sebze ve meyvelerden oluşan bir diyetle devam ettirmek lazım. % 10-15 kadar da organik hayvansal ürünleri tercih etmek lazım. Bitkisel ağırlıklı bir beslenme yani sebzeler, meyveler, çerezler, baklagiller, otlardan ve yeşilliklerden oluşan bir diyeti her zaman sağlıklı olarak nitelendirebiliriz. Bunu da az miktarda hayvansal organik gıdalarla desteklemek lazım. Bu yetmez tabi, toksinlerden de oldukça uzak durmalıyız, Gündelik hayatta aslında bilmeden maruz kaldığımız o kadar toksin var ki; evimizde, İşyerimizde, sokakta, aldığımız gıdalarda, içtiğimiz sularda, havada, kullandığımız deterjanlarda temizlik ürünlerinde, ev eşyalarında, kişisel bakım ürünleri de dahil olmak üzere bunların hepsini toksin kaynağı olarak düşünelim ve mümkün olduğu kadar toksin ihtiva etmeyen türlerini tercih edelim.

Konu oraya gelmişken araya gireyim. Teknolojik gelişmeyle beraber hastalıkların tedavisinde başarı oranı yükseliyor ama diğer taraftan da hastalıklar artıyor buna ne dersiniz?

“SİGARADAN SONRA OBEZİTEYE KARŞI SAVAŞ BAŞLATMALIYIZ”

Teknolojik gelişmeyle beraber hastalıkları tedavi etme başarısı aslında giderek azalıyor. Tıpta acil hastalıklar konusunda çok büyük mesafeler kat edildi; trafik kazaları istemeden ortaya çıkan doğa olayları ve infeksiyon hastalıklarında ciddi mesafeler alındı. Ancak kronik hastalıkların tedavisinde şu anda biz aslında bulunduğumuz yerde duruyoruz, bocalıyoruz ve hastalıklar giderek artıyor. Ölüm oranları azalıyor insanların ortalama yaşam süresi uzuyor ama hastalıklar da giderek arıyor. Yani hastalıklı olarak biz yaşamaya devam ediyoruz. Bu da bir doğa çelişkisidir denilebilir.

Türkiye’de her 10 kişiden birine MR çekiliyor. Türkiye’nin nüfusu 80 milyon inanılmaz rakamlar bunlar. Acillere başvuru sayısı 120 milyon yani bu dünyada değil uzayda bile rastlanabilecek rakamlar değil. Teknolojiden faydalanacağız bunlar yapılacak ama gerektiğinde… Hamileler, çocuklar, gençler olabildiğince bu tür tetkiklerden korunmaya çalışılacak. Hastaları anlamadan, dinlemeden, ailesini araştırmadan, işi ve hobisiyle ilgili bilgiler almadan önüne bir kâğıt vererek bu MR’ı çektir, tahlil yaptır demek şekillere ve rakamlara bakarak sağlık durumlarını değerlendirmek yanlış sonuçlara bizi yönlendirir,

“RAFİNE GIDALAR VE HAREKETSİZ YAŞAM OBEZİTE YAPIYOR”

osmanerk-1Bütün hastalıkların özellikle kalp damar, nörolojik ve kanser hastalığının en önemli nedenlerinden bir tanesi obezite, yani şişmanlıktır. Türkiye’de sigarayla ilgili çok ciddi kampanya yapıldı olumlu sonuçları yansıyor. Bundan sonra da yapılması gereken kampanya obeziteye karşı savaş olmalı. Halkı bilinçlendirmeliyiz. Bunu yapabilirsek sağlıklı bir toplum yaratmak için gerekli olan şeyi yapabiliriz. Obezite dediğimiz şey aslında göbeklilik, erkeklerde bel çevresi 94 cm, bayanlarda da 80 cm’den daha büyük olmamalı…

Özellikle rafine gıdalar obezitenin en önemli sebeplerinden bir tanesi. Çok fazla faktörler de var; hormon ve genetiğe bağlı nedenler gibi. Biz buna ‘Big Duo’ yani büyük ikili diyoruz. Birincisi aşırı kalori alımı söylediğimiz rafine gıdalar İkincisi de hareketsiz yaşam. Tabi toksinler, virüsler gibi diğer etkenler de var. Bunların hepsinin halk tarafından bilinmesi lazım mutlaka sağlıklı yaşam için Türkiye’nin de organik yaşama geçmesi gerekiyor.

Ülkemizde en yaygın hastalıkları nasıl sıralarsanız?

1900’lü yıllarda kalp damar hastalıklarında ölüm oranı %10 iken şu anda %50’ye yaklaşıyor, yani yüzyılda 5 kat artış var. Kanser hastalığı da %3’lerden %24’lere kadar çıkmış durumda bunda da 8 kat artış var.

Ölüm nedeni olarak birinci sırada %50’ye yakın bir oranda kalp damar hastalıkları var. Dünyada da bu böyle. İkinci sırada da kanser hastalığı geliyor. Bunlar giderek artış kaydediyorlar. Yaşlılık oranı da artıyor ama buna rağmen kalp ve damar hastalıklarından ve kanserden ölüm oranı daha da fazla yani kalp damar hastalıklarına ve kansere yakalanmak çağın trajedisi. Bu hastalıklar aslında önlenebilir hastalıklar. Halkı bilinçlendirmek için bu konuda dünyada da Türkiye’de de pek bir şey yapılmıyor.

Peki. İsrail’de kanser vakalarının yok denecek kadar az olduğu şehir efsanesi mi?

Yok hiç yaşanmadı değil, bu şehir efsanesi. Ama şunu söyleyebilirim; İsrail tohumlar ve tarım konusunda çok büyük atılım yapan ülkelerden bir tanesi. Bu ülkede meme kanserleri ile ilgili tarım ilaçlarını yasakladılar ondan sonra meme kanserleri oranlarında çok büyük düşüş olduğu gözlendi. Bu nedenle beslenme çok önemli mutlaka dengeli beslenmeliyiz. Beslenme dışında bizim almak zorunda olduğumuz vitaminler, mineraller, antioksidanlar, omega 3, amino asitler vb. bütün bunları dengeli almak zorundayız.

Gıdanın dışında bunları vitamin kapsülleri olarak almamız ne kadar doğru?

Aslında sorun şu: Amerikan Tıp Birliği de her zaman multivitamin almanın gereksiz olduğunu ifade ediyordu ama 2002 yılında bu düşünce değişti. Orada yapılan çok kapsamlı araştırmalar sonucunda insanların neredeyse tamamında çok ciddi vitamin ve mineral eksikliklerinin var olduğu anlaşıldı. Amerika’da tarım bakanlığının 21 bin kişinin dahil olduğu bir çalışmasında özellikle mikro besinler dediğimiz vitamin ve minerallerin alımında tüm katılımcıların yetersiz sınırda kaldığı görülmüş.

Takviye şart diyorsunuz…

Takviye şart ama hangi takviye? Piyasada var olan bu takviyelerin çoğunluğu palavra… Böyle bir gerçek var. Çünkü o hapın %50’sinden daha fazlası katkı maddelerinden oluşuyor (kayganlaştırdılar, dolgunlaştırdılar, renklendiriciler) Tabi bu vitamin ve minerallerin ne şekilde elde edildiği, hangi koşullarda işlendiği, muhafaza edildiği gibi çok ciddi problemler var. O yüzden bu konu problemli bir konu. Vitamin ve mineral eksikliği herkeste var ama nasıl elde edeceğiz. Piyasadakilerin kontrollerinin çok iyi yapılıyor olması lazım.

Aktarlarda satılan bitkisel ürünler için ne dersiniz?

Bitkisel ürünleri kesinlikle tavsiye etmiyoruz. Sonuçta tütün de bitkisel ama bütün kanserlerin nerdeyse ön sırada gelen etkenlerinden bir tanesi. Bitkisel olarak satılan ürünlerden uzak durulmalı…

Bir de çok yaygın olan alerji hastalığı için tavsiyeleriniz neler olur?

Dediğiniz doğru alerji vakalarında genelde artış var. Bu, yine beslenmeyle ilgili zaten özellikle pahalı ürünleri beyaz undan yapılmış gıdalar, yumurta, süt, süt ürünleri, mısır ürünleri gerçekten insanları etkileyebiliyor. Bu hastalığın anahtarı bağışıklık sistemini dengede tutacak bir beslenme ve yaşam tarzı…

Dünya literatürüne baktığımızda ülkemizde tıp alanındaki gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?

osmanerk-2Şu an Tıp alanında çok bir gelişme olduğunu düşünmüyorum, tam aksine gerileme olduğunu düşünüyorum. Rakamlar bunu teyit ediyor. Şöyle bir açıklama var; insanlar hastanelere ulaşabiliyor, kayıt sistemi daha iyi diye… Bunu açıklıyorlar ama bu gerçeğin küçük bir kısmını açıklayabilir. Bizim aslında teşhis ve tedavi etmekten daha çok hastalıkları önlemeye çalışmamamız lazım. Mesela kanser araştırmalarında çok büyük paralar harcanıyor ama kanserin önlenmesi için yapılan çalışmalara neredeyse hiç fon ayrılmıyor. Bu bir tezat… Tabi burada ilaç firmaları kimya endüstrisi belirli alanlarda aktif durumda…

Gelelim okul kantinlerine, buralarda satılan gıdalar gelecek nesiller için nasıl tehdit oluşturuyor?

Kantin furyası her yerde var. İsveç 2025 yılında kendisine hedef koydu. Zararlı gıdaları okullardan ve TV ekranlarından kaldıracak. Reklamını da yasaklayacak. Ne kadar önemli ve insancıl slogan, adamların amacı bu.

Cola, soda, meyve suyu, çikolata, meyveli yoğurtlar, jelibon, şekerlemeler son derce zararlı ve kanserojen gıdalardır. Aslında bunlar gıda da değil, gıda intibaı vermek için yaratılmış pahalı kimyasal deneyimlerdir.

Hasta doktor ilişkisi tedaviyi nasıl etkiler?

Başarılı bir tedavi için mutlaka hastayla çok samimi içten bir iletişim kurmak lazım. Şikâyetleri ayrıntılı bir şekilde öğrenmenin yanında ailesiyle ilgili detaylı sorgulama yapılmalı, işiyle, bulunduğu mekânlarla ilgili ayrıntılar öğrenmeli, sonrası gerekli tetkiklerle tanıya ulaşmak lazım. Yani hastaya vakit ayırmak gerekiyor. Türkiye’de otoriteler de dahil hastanın 510 dakikada muayene edilmesi gerektiğini söylüyorlar çünkü bir kişi muayene edilirken dışarda da 50- 60 kişi sıra bekliyor oluyor. Bu şekilde bir muayene şeklinden hastaların fayda görmek bir tarafa zara görmesi bile beklenebilir. O zaman bir sürü ilaçlar yazmak zorunda kalıyorsunuz o ilaçların gerekli olup olmadığını tam kestiremiyorsunuz, insanlarda hep sürekli bir ilaç kullanma isteği olabiliyor yani ilaç yazmadığınızda tepki de gösterebiliyorlar. Bu da son derece yanlış, sonuçta bunlar kimyasal maddelerdir vücudun dengesini bozabilirler. Prospektüsünü okuduğunuzda bir sürü yan etki diyorlar ama biz öyle diyoruz aslında bunlar etki…

Daha sağlıklı ve bilinçli nesiller yetiştirebilmek için alınacak acil hedefler neler olmalı?

İnsanların bilinçlendirilmesi lazım. Sağlıklı beslenme dersleri artık trafik dersleri gibi ilkokuldan itibaren insanlara verilmeli. Üniversitelerin halkla çok yakın iletişim içinde olmalı. Hastaneler sadece hastaların tedavi edildiği kurumlar olmamalı, halkla ilişkiler, seminerle bilgilendirme toplantıları yapılmalı, bu kurumlar 24 saat aktif olmalı. Şehir hastaneleri, bölge hastaneleri, devlet hastaneleri ve üniversite hastaneleriyle sağlık sorunları çözülemez.

Neden bu mesleği seçtiniz?

Lise dönemimde kulak iltihabı oldum çok acı çektim, Doktora gittiğimde hastalığım kısa sürede iyileşti. Acılardan kurtulunca bu mesleğin kutsal bir yanı olduğunu gördüm ve mesleğimi seçtim.

Mesleğinizde keyif veren yönler neler?

İnsanlara yardımcı olmak; acılarını dindirmeye çalışmak, hastalılarını geriye döndürmeye çalışmak çok keyif verici…

Unutamadığınız anınız var mı?

Ben acilde de çalıştığım için bonzai kullanan lise çağındaki çocukları görmek enteresan bir deneyim oldu. Bir takım maddelerin insan vücudunda beyninde, ruhunda nasıl değişik hasarlar ortaya koyduğunu yakından görmek beni sarsmıştı.

İstanbul’da severek gittiğiniz mekânlar?

1978’den beri İstanbul’dayım, Kadıköy’ü yeni keşfettim. Dünyada birçok kent gördüm, nerdeyse diyebilirim ki bir numara Kadıköy’dür… Kültür, eğlence mekânları olarak Türkiye’nin standartlarının çok üstünde tabi Beşiktaş ve Bakırköy’de aynı şekilde diyebilirim.

“ŞEHİR HASTAYSA İNSANLARIN DA SAĞLIKLI OLMASI BEKLENEMEZ”

Çok gezdiğinizi söylediniz, sizi en cezbeden ülke dersek?

Her şeye rağmen İspanya Barcelona-Madrid diyebilirim… Sanat, kültür, kurumsallaşmış şehirler… Avrupa ülkelerinin nerdeyse birçoğu böyle. Biz kültürel değerlerimizi korumasını bilemedik. Çağdaş şehirler kurma noktasında ciddi hatalar yaptık yapmaya da devam ediyoruz. Şehir hastaysa insanlarında sağlıklı olması beklenemez. Devasa, gökyüzüne kadar uzanan binalar, tarım alanlarının yapılaşmaya açılması aslında bizim geleceğimizi mahvetmeyle eşdeğer uygulamalar… Şehir demek trafik demek, trafik demek egzoz demek, egzoz demek içinde 300-500 tane kanserojen maddenin var olduğu duman demek… Ne kadar iyi beslenirseniz beslenin toksinlere bu kadar yoğun maruz kaldığınızda sağlık sorunları ortaya çıkıyor.

İş dışında sosyal aktiviteleriniz neler?

Gezmeyi spor yapmayı ve kitap okumayı seviyorum..,

En son okuduğunuz Kitap?

En son okuduğum değil en çok okuduğum kitap Halil Cibran’dan “Ermiş”… Ara ara sürekli okuduğum kitaptır.

Hayat felsefinizi 3 kelimeyle özetlerseniz?

Sağduyu, Enerji, Dürüstlük…